Yıldız Çorbası

Sanki beş dakika önce bakkala gitmişsin gibi
hevesle açtım kapıyı seni görünce.

Kırık bacak, çatlak tahta masa demedim
serdim beyaz işlemeli muşamba örtüleri önüne.

Bir surahi su, tuzu biberi de koydum yanına.
Ecnebi usulü diyet kolasını bile esirgemedim senden.

Istersin diye domates peynir doğradım
kayık tabakları saldım uzak yakın denizlere.

Kepçe kepçe gökyüzünden yıldız çorbası yaptım sana.

Ay dedeyi kovaladım ağaçların arasında,
terli arsız sırtı havlulu düştü kırmızı fileme.

Önce dilimledim sonra yağda kıtır yaptım sana.
Ay dede pek yakıştı leziz çorbama.

İşte önünde gece yarısı yıldız çorbası,
içinde döner durur durur büyük ayısı,
küçük ayısı, dolandırıcısı, şarapçısı.

Domates gemisi, peynir tayfası,
yanında talihsiz yolcusu
hesaplaşıp durdular geçmişle,
senin gibi, benim gibi
Boğaz'dan Haliç'e yol bulmaya çalışan
inatçı kör balıklar gibi.

Emin Sağlamer

Asansörde

Bırakmam mümkün değil seni
memleketim gibi kokarsın geceleri.

Sevmemek elde değil bu elleri
her dokunuşunda içimde bir çığ felaketi.

Kollarında cansız bir kukla gibi kalmışım,
her eklemimde ayrılık beklentileri.

Ter oldu sonra unuttuğum günler,
aniden anlımda damla yüklü kelimeler.

Bir bardak su, sonra bir bardak daha
içimde sürahiler dolusu istekler,
lekelenmiş ipek halılarda senin izlerin.

Yılların yükünü üslenir asabi dalgalar
kumdan kaleler yıkılır dünden bugüne,
içimde yine bir zelzele yedi şiddetinde.

O sabah Levent'de bir evin metal kapısı çalınır,
3 kat perdelerden güneş önce ağırdan süzülür,
sonra yatağa tırmanır, aramıza girer.

Asansörde kalmak gibi seni sevmek.
Önce çıktığım katı unuttum, belki biraz telaş;
Sonra sakinleştim, yere oturdum;
Kafam avuçlarımda, avuçlarım kafamda
beraber sonumuzu düşünürler.

Emin Sağlamer

Horozlu Sevda

Sen geldin ya içim savruldu tarlalara.
Bedenim başak dalgalarına yenik
tenim güneşte nefis bir pestil.

Sen geldin ya şarap oldu her bardak su
hem gecesi hem gündüzü sonsuz
yıldızlar tepemizde İstanbul'u tavaf etti.

Bankaya yatırır gibi yatırdım tüm umutlarımı sana.
Bir iflas daha kaldıramam
ne sigortası, ne dostu bu sefer kurtarır.

Beni hamama atsan
eski bir halı gibi yıkasan
kaynar sularla kese yapsan da
bu arsız istekler yılan gibi kıvrılıp çıkmaz.

Bırak artık annenin tasvip ettiği damat adaylarını da
Bizim sokağın başında düşelim kaldırımlara
Sabah erkenden komşu eş dost uyandıralım
horozsuz İstanbul sabahını salalım kahkahaya.

Emin Sağlamer

Durumlar

Limon gibi sıkıldım
salataya salındım
sızma zeytin yağıyla barıştım
her tabakta tatlıydım.

Adım Emin ama
düşündüm taşındım
hiçbir şeyin cevabını bulamadım.

Halıda hala ayak izlerin
sense elalemin evinde.
Işte durumlar böyle.

Emin Sağlamer

Betonarmeyim

Benim betondan kalbim.
Içim kıpkırmızı ve sarı
şerit şerit filiz filiz
demirdenim.

Çakıl taşı dolmuş karnım
ağzımdan diş değil
taş dökerim.

Topuklarım zemine temel atmış
takıldığım yerde kalır
tutup çeksende direnirim.

Dimdik ve sırık gibi
ne ormana, ovasına
ne de şehrin havasına uyarım.

Soğuk ve gözenekli
hem sert hem de kırılganım.

Islanınca çiçeklenir
sıvamı, boyamı atar
çırılçıplak sokağa atarım kendimi.

Depremde sallanır, çatlar
yüküme sitem tutar
hatta devrilir adam ezerim.

Yani işte aynen öyle
içten dışa, tepeden tırnağa
ben betonarmeyim.

Emin Sağlamer

Bir Çürük Elma,

dalında hala keyifle salınan.

Kurtlu halinden memnun
içi yendikçe
oh hafifledim diye hoplayan.

Güneşin altında kızarıp bozardıkça
keyiften oynaşan.

Salak çocuklar gibi
bir elinde şeker
balkonlardan sarkan.

Yagmurda hindi gibi
bulutlara ağzını açan.

Rüzgarda salıncak
muhabetti yapan.

Ağaç çoktan onu bırakmış olsa da
keyifle hala dalında salınan
bir çürük elma.

Emin Sağlamer

Sınıf 1C

Portakal turuncusu bir arabadan inip
Bir elimde annemin eli, bir elimde defterler
bir cesaret giriyoruz ağır tahta kapılardan
garip kasvetli kokan ilkokuluma.

Taş hollerde bir ileri bir geri gitmeler
koşuşturma, zil çalıyor, gecikiyoruz
sonunda sınıfımı buluyoruz
ve sırama yerleşiyorum.

Içime sanki çiviler ve bozuk paralar atılmıs
ve midem heycandan döndükçe
hepsi birden iç karartıcı sesler çıkarıyor.

Annem elimi bırakıyor
"ben şimdi gitmeliyim diyor"
gözlerimde yaşlar, içimde ayıplar
siramdan onun odadan çıkışını seyrediyorum.

Bir kalabalık ortasında ilk defa tek başıma
hayat boyu sürecek olan
kendimi yabancılara kabul ettirme uğraşına işte böyle
herhangi bir günden farkı olmayan bir sonbahar gününde
Nişantaşı ile Şisli arasında
trafiği hep tıkalı bir cadde üzerinde
bir beton binada başlıyorum.

Emin Sağlamer

Sahipsiz Bavul

Hava alanında sahipsiz bir bavul;
yükünden şişmiş, karesi, köseşi kalmamış,
her fermuarından otuzbeş diş çıkmış.

Sahipsiz ya, ona buna niyetli
arabası evi olan herkese gönlü açık
bekler granit kaplı terminal köşesini.

Sigara dumanında başı ağrılı
adı adresi yazılı cebi yırtılmış
çocuk gibi ön ceplerinden misketler
kurtulup kaçmış.

Polis gözetime alır
sonra röntgen makinasından
bomba makinasından
el aramasından gecer
dağıtılır toplanır.

Sahibi ise yine yolda
Otobüsünde, taksisinde,
hatta başka uçağında.
Bir yanında bavulu
öbür yanında bizimkinin yokluğu.

Emin Sağlamer

Teslimat

Parçalanmak istiyorum
çakıl taşı gibi yığılmak
bir Karadeniz vadisinin yaralı bağrına.

Öğütülmek istiyorum
buğday taneleri gibi üzülmeden.
Bembeyaz olup yığılmak istiyorum
fareli bir değirmenin köşesine.

Elenmek istiyorum
bu çılgın televizyon yarışmasından.
Yıkanmak istiyorum makarna gibi yığılıp eleğe
tuzumu soğuk sulara vermek.

Kurutulmak istiyorum
çamaşırlar gibi.
Yok öyle reklam misali ovalarda değil
kurutma makinasında
döne dolana, sıcak esintiler arasında.

Katlanmak istiyorum
bembeyaz bir kağıt parçası gibi.
Kat yerlerimden geçen o parmakla yağlanmak,
güreşmek istiyorum yemyeşil Kırkpınarda.

Toprağa verilmek istiyorum
siz beni hala severken
gözümü yummak sarılıp sarmalanmak
yaş çay taneleri altında
bir nefeste bin yüzyıl uyumak.

Emin Sağlamer

Sahibinin Adı

Gözlerimden gözlerine akan yaşlar,
anlımdan rüzgarda havalanan saçlar,
hepsi seni isteme suçundan
teker teker hapis yattılar.

Kara kazanlarda kaynattığım çaylar,
dönüp dolaşıp senin masanı buldu.
Kıvrak Rus bardaklarından taşıp,
beyaz örtülerde leke oldu kaldı.

Gerçeği gördüğüm an anladım
her işven, her sözün, hepsi oyun icabı.
Sahneye gerek yok, bahçeli-havuzlu
boğaz villanız dekor olmuş ardımıza.

Bir bunaltı, bir üzüntü, bir buruk sevinç derken;
Gidip gelmeler anlatıp dertleşmeler arasında,
kırmızı ucuz bir top oldu kaldı kalbim.

Atıldı, tutuldu önce mahelle maçlarında;
Sonra arsızca dadandı Levent bahçelerine.
Birden kendini buldu yaşlı teyze elinde,
mutfak bıçağını görünce hepten söndü gitti.

İşittiremedim sözlerimi sana;
Çığlık çığlık martılar,
caddede iğrenç kokoreçciler,
hatta nezih sokak ayıları bile,
benim yerime sana laf atıp durdular.

Sonra arkadaslar aradı senden konustuk.
Yine anlatamadım sende ne bulduğumu.
İstiklal caddesinin sigara dumanında,
binmediğim tramvaylarında,
çılgın gazino hayatında kaybettim seni.

Otobüse bindim durağında durmadı.
Kara ağaçlı yolunu aradım buldum,
o dik yokuş dizlerime göz açtırmadı.

Geniş kaldırım taşına oturdum,
isteklerim bir yanıma yığıldı.
Kalbim Boğaz ayazında sakinleşti önce,
sonra hepten durdu.

Emin Sağlamer

Çamaşır

Öyle ağır ki yükün
ne gününde ne gecesinde
ne sokağında ne yatağında
taşıyabildim senin sevgini.

Insan istediğini çabuk çabuk,
erken erken elde edince
ne yapacaınıi bilmez olurmuş.

Ben de senin o ışıyan içinden
derin sular gibi sakin hallerinden
yeşil gözlerinden, uzun saçlarından
kendimi kurtaramadım.

Ellerinde serin bir nem
dudaklarında yine kiraz tadı
omuzlarında tanıdığım o koku
uzun saçların yüzünde.
Dertli başımı davet eden
sisli bir çam ormanı bedenin.

Öyle sarılmışım ki sana
düğümü çözememiş çamaşırcı kadınlar.
Ikimizi de atmışlar birden makinaya
döne döne arınalım diye.

Ama tahmin edemediler herhalde
bizim aslında elde yıkanmamız icap eder.

Emin Sağlamer

Üçyüzatmış Derece

Sabaha kadar sevişmelisin sen benimle
yatak, örtü, abajur derdine düşmeden
vermelisin bir taşkın ırmak bedenini.

Canımı unutmuşum, kadehlere dolmuşum.
Taşkınlıklarım dantellere leke olmuş.
Ellerimdeki o uzun mavi mektuplar
birer güvercin gibi adresini bulmuş.

Bu sevginse eğer, nefretinden korkarım şimdi.
Daha kapıda paltomu çıkaramadan
bacaklarıma sarıldı kıvrak bir kedi.
Ağzında süt kokusu ama
tırnaklarında alevler
geleceğimizi tenime çizdi.

Bazen çatışık, biraz kesişik,
aramızdaki açıları toplamışlar da
ücyüz-atmışa varamamış
üniversiteli hocalar.

Emin Sağlamer

Sekiz Bardak Su

Sabah karanlığında çekmecelerde arayıştayım.
Pasaport, cüzdan, vesikalık fotoğraflar ellerimde.
Valiz kilitleri, bir film parçası hepsinde kararsız izlerin.
Aile albümlerinde gülümsemen, yanında durmuş saatler,
yüzüne vuran bir gölge al baştan seni bana anlatır.

Yazdığın uzun mektupları yine okudum,
Bu satırlar gercekten içten olsaydı
burada yanımda olurdun şimdi;
halbuki ucuz mektup kağıdına yazılmış
sözlerin gibi sen de soldun gittin.

Anlaşılan sabah sabah aradığım
o ilk anlarda arsız ellerinin teri,
açık alınlı herhangi bir yabancı gibi
seninle sabahlara kadar sevişip,
öğlenleri gülümseyerek kahvaltı etmeler.

Ağlamıyorum artik gittiğin gündeki gibi,
her gün 8 bardak su içmiyorum artık,
çünkü içimdekiler iste o sularla aktı gitti.

Emin Sağlamer

Turşu

Açıklaması zor biliyorum;
O gün gittiğin kahvede karşında
benim yerime nasıl da yabancının biri vardı.

Nasıl oturdunuz, kim kahveyi içti
Kimin önünde limonlu çay vardı.
Pasta yaş mıydı? Yoksa hepten bayat mıydı?

Camda kalabalık caddenin gölgeleri,
otobüstekilerin gözlerinde onun kısacık eteği
Senin gözlerinde her cilvesi her işvesi,
masada tilki elleri seni pusuda bekledi.

Günes batarken nasıl da ilişti usulca aranıza
o telaslı ve titreyen çatala, tabağındaki kırıntılara,
pecetedeki kırmızı altı numara dudaklara.

Kimbilir kaç defa her türlü haylazlık aklından geçti
Elin gözün ve pantalonun kaç defa beyfendilik yerine
büsbütün sokak zamparası gibi arsızlığı istedi.

Şimdi, altına yapmış çocuk gibi karşımda oturuyorsun.
Yürüyüşün bile değişti, halbuki boşuna inkar edişin,
turşuyu yemiş şimdi suçlu suçlu yere bakıyorsun.

Emin Sağlamer

Sutan Ahmet'te Delirmisim

Gökyüzünü kavanoza koyup sana vereyim
bir tek benden seni bırakıp gitmemi isteme.
Bırak artık yakamı, bırak, dertliysem dertliyim.

Narin minarelerden boşalır meydanlara
doldurduğum cam kavanozlar.
Dökülür önce reçeller, ballar,
sonra beklentiler ve acılar.

Paramparçayım camisinde, hipodromunda
çevremde dikili taşlar kara ceşmeler.
Beni tırmalıyor goğsümde yabancı eller.

Beni de at minareden durma
bir ezan vakti sal beni boşluğa
inancım tam ise
belki o çağrının sırtına biner de
yere sapa sağlam inerim,
yada hepten batmışsa ruhum
yere çakılır, derinlerdeki eski
Bizans sarayını ziyaret ederim.

Emin Sağlamer